Yarım kalan aşklar, tamamlanmamış cümleler gibidir.
Bir hıçkırığa düğümlenmiş itiraflar, bastırılmak zorunda kalınan
hevesler, gönderilmemiş,
hatta kaleme dahi alınmamış, yürekten yüreğe yazılan mektuplar,
saklanmış duygular, beklenmedik bir veda, zor anlar, zor yıllar…
Ayrılık…
Oysa, söylenecek ve yaşanacak ne çok şey vardı daha.
Aradan geçen yıllar, onların aşklarını güçlendirmekten başka bir
işe yaramamıştı. Birbirini
kıyamete kadar sevmek için yaratılmış olan
Eser ve Nehir için de, cümle tamamlanmamıştı henüz.
***
Sağ elimle kalbimin üzerine dokundum. Sanki gerçekten de var
olan bir yaraya değiyordum.
Yavaşça, usulca, aşkla… Ah, kalbim! Bedenimin en iflah olmaz, en
söz dinlemez, en laf anlamaz
yeriydi. Başkasına dilsizdi, kördü, sağırdı. Sadece Eser
oturmuştu oraya ve bir dağ kadar yüksek,
bir dağ kadar ağırdı.
***
Sen hep oradaydın Nehir. Gittim sandığında bile ben seni
bırakmadım.
Yumdum avuçlarımı,
sakladım sıcaklığını… Kader bu, biliyorum. Bu, elinde değil
insanın.
Sevdaların her biri birbirinden
farklı. İçerikleri, derinlikleri, hissetme şiddetiyle doğru
orantılı.
Benimki bir depremdi, bir iç
sarsıntısı. Bir vurgun, bir kalp yarılması. Seni gördüğüm gün
başladı.
Her yaşımda, her yılımda
azalır sandım, umdum ama olmadı.